4 dakika okundu
23 Feb
23Feb

Mehmet Refik Fenmen, Sadrazam Mithat Paşa’nın kızı Memduha Hanım ile İstanbul Belediye Başkanı Rasim Paşa’nın oğlu olan Halep Valisi Vefik Bey’in çocuğu olarak 1882’de Preveze’de dünyaya geldi. İlkokulu İstanbul’da Numune-i Terakki Mektebi’nde, ortaokul ve liseyi Saint Benoit Fransız Lisesi’nde okudu. Lozan Üniversitesi’nin Matematik-Fizik Bölümü’nü bitirdikten sonra 1906’da Liége Üniversitesi’nin Elektrik Mühendisliği Bölümü’nden üstün başarı ile yüksek mühendis olarak mezun oldu.

1908’de yurda döndü. Önce Mekteb-i Sultani’de (Galatasaray Lisesi) matematik öğretmeni olarak, ardından Ticaret ve Nafıa Nezareti (Ticaret ve Bayındırdık Bakanlığı) Fen Müşavirliği’nde mühendis olarak çalıştı. Ardından 1909’da Osmanlı’nın ilk sivil mühendislik okulu Mühendis Mekteb-i Alisi’nin müdürü oldu.

Osmanlı’da mühendislik eğitimi, 1773 yılında Haliç Tersanesi’nin Karaağaç semtinde kurulan “Hendese Okulu” ile başlamıştı. Mühendislik eğitimi, sivil gereksinimlerden çok askeri alanlara yoğunlaşmıştı. Hendese Okulu, orduya teknik eleman yetiştirmek amacıyla 1776 yılında denizcilik alanında “Mühendishane-i Bahri-i Hümayun” ve 1795’de topçuluk alanında “Mühendishane-i Berri-i Hümayun” olarak ikiye ayrıldı, askeri idareye bağlandı.

1884’de, Mühendishane-i Berri-i Hümayun’a bağlı olarak Hendese-i Mülkiye kuruldu. Amacı, Mühendishane-i Berri-i Hümayun’un sınavlarını düzenlemek, mezunların niteliklerine göre atamalarını sağlamaktı. 1908’de 2. Meşrutiyet’in ilanıyla ülkede esen demokrasi rüzgarları ile birlikte daha çok sayıda sivilin - ve bu arada o güne dek kamu görevlerinde yer almalarına olanak tanınmayan azınlıkların - ülkenin gereksinimi olan alanlarda eğitim alarak işgücüne katılmaları yönünde bir eğilim başladı. Diğer yandan gelişmekte olan altyapı çalışmaları ile ön plana çıkan sivil teknik elemanlara olan gereksinim, askeri teknik eleman yetiştiren Mühendishane-i Berri-i Hümayun’un yanında, bir sivil mühendislik okulunun açılmasını zorunlu kılmıştı. 1909’da Hendese-i Mülkiye’nin, Mühendishane-i Berri-i Hümayun’dan tümüyle ayrılmasına ve ilk sivil mühendislik okulu olarak eğitime başlamasına karar verildi. İsmi de Mühendis Mekteb-i Alisi (Mühendislik Yüksekokulu) olarak değiştirildi. 20 Mart 1909’da Refik Bey, bu okulun ilk sivil müdürü oldu.

Refik Bey, demokrat kişiliği ile özellikle öğrencinin yönetime katılmasında önemli adımlar attı. Ders programlarının yapılmasında, okulun temizlik ve düzeninde, yemekhane sorunlarında öğrencilerin görüşlerini alıyor, çözüm üretmeleri için zorluyordu. Öğrenciler aralarında çeşitli alanlarda örgütlenmeye gitmiş, Genç Mühendis İktisat Cemiyeti, Mühendis Mektebi Talebe Cemiyeti gibi örgütler kurulmuştu. Meşrutiyetin sağladığı demokratik ortamın da etkisiyle öğrenciler ülke sorunlarıyla ilgileniyor, yürüyüşlere katılıyor, gazete ve bildiriler yayınlıyorlardı. Hendese-i Mülkiye dö neminde öğrenciler derslerde tuttukları notlarla yetinirken Müdür Refik Bey’in girişimiyle öğretim elemanları ders notlarını hazırlayıp çoğaltarak dağıttılar.

Refik Bey, Avrupa koşullarına uygun mühendis yetiştirilmesinde yeni teknolojiyi öğrencilere aktaracak öğretim elemanlarının yurtdışından getirtilmesi konusunda yetkilileri ikna etti ve 1910’da Almanya, Belçika, Fransa ve İsviçre’deki mühendislik okullarını ziyaret etti, burada yeni mühendislik yaklaşımlarına ilişkin incelemelerde bulundu. Belçika’dan sulama ve demiryolu alanlarında iki Belçikalı profesörü ders vermek üzere getirtti. Önceleri Fransızca anlatılan dersleri çevirmen aracılığıyla izleyen öğrenciler, Refik Bey’in girişimiyle Fransızca kurslarına katıldılar ve bir süre sonra dersleri çevirmensiz izleyecek konuma geldiler. Öğretim elemanı yetiştirilmesinin önemini bilen Refik Bey, yurtdışında eğitim gören mühendislerin yurda dönüşlerinde Mühendislik Yüksekokulu’nda görev almalarını sağladı. Staj konusuna önem verdi ve son sınıf öğrencilerinin yaz tatillerinde Konya’daki sulama, İzmir’deki liman inşaatına, Samsun, Sivas, Bandırma’daki demiryolu hatlarına ve lokomotif tamirhanelerine gönderilmelerini sağladı. Refik Bey’in açıkgörüşlülüğü, öğrencilerin yönetime katılmaları, yürüyüşlerde yer almaları, Nafıa Nezareti’ni rahatsız ediyordu. Öğrenci hareketleri bahane edilerek 28 Eylül 1913’de görevine son verildi.




Refik Bey ve eşi Lamia Hanım, 1913, İsviçre’de balayı günleri (kendisinin çarşafsız, eşi Refik Bey’in fessiz olduğu bu fotoğrafı İsviçre dönüşü gümrükte yakalanmaması için Lamia Hanım, çamaşırları arasında saklamıştır) 

Mühendis Mekteb-i Alisi’ndeki görevine son verilen Refik Fenmen, Darülfünun’da Fizik öğretmenliğine başladı. O günleri, Ord. Prof. Ali Yar şöyle anlatıyor: “ Refik Bey, kuvvetli mantık ve muhakeme sahibi ideal bir insandı. Çok modern düşünceli bir zat idi, hocalığı zamanında garp usullerine göre birçok yenilikler yaptı. O zamanlar Darülfünun’da kızlar ve erkekler ayrı ayrı binalarda fakat aynı hocalarla ders görürlerdi. Biz hocalar aynı mevzuyu ayrı ayrı iki kez anlatarak beyhude zaman geçirirdik. Biz Refik Bey ile konuştuk ve sınıfları birleştirmeye karar verdik. Kızlar o zamanlar çarşaflı gelirlerdi. Yüzleri açık fakat saçları gözükmezdi. Sınıfta kızlar bir tarafta, erkekler diğer tarafta otursun ve dersi öyle verelim dedik. Darülfünun idaresi bunu haber aldı. Geldiler baktılar ki hiç mahzuru yok, kabul ettiler. Fakat bazı kimseler ‘kızlarla erkekler aynı odada zanu be zanu [dizdize] güya eğitim görüyorlar’ diye Maarif Nezaretine şikayet etmiş. Bir tahkik heyeti gönderdiler. Heyet baktı ki kızlar bir tarafta, erkekler bir tarafta, aralarında 12 metreden fazla var. Gördüler ki zanu be zanu oturmamışlardır. Bunu mahzurlu görmediler. Bu suretle kız ve erkek talebeler Darülfünun’da birleşmiş oldu.” (Çağatay Uluçay, Enver Karatekin, Yüksek Mühendis Okulu, 1958). 


Darülfünun günlerinde Refik Bey, hocalığını yaptığı genel fizik derslerine ilişkin ders notlarının basılmasını sağlamış, ayrıca Fen Alemi adında bir de dergi çıkarmıştır. Derginin çeşitli sayılarında elektrik tesisatı, elektrik üretimi ve dağıtımı, telsizcilik, motorculuk, şehir plancılığı ve bayındırlık üzerine özgün ve çeviri makaleler yer almıştır. 1922 yılında ise Einstein’in görelilik kuramı üzerine Osmanlı’da basılan ilk kitap olma özelliğini taşıyan Aynştayn Nazariyesi, Zaman, Mekan ve Kütle Mefhumlarının Tebeddülü adlı kitabını yazmıştır. Kitap, Görelilik Kuramının Türkiye’de duyulmasında en etkili araçlardan biri olmuş, kitap genişletilerek, 1924 yılında ikinci kez basılmıştır. Bu arada 1923 yılında Cumhuriyetin kurulması ve yeraltı kaynaklarının devletleştirilmesiyle maden ocaklarının işletilmesi için büyük ölçüde teknik eleman gereksinimi doğmuştu. Atatürk’ün talimatıyla bu konu, hükümet tarafından ele alınmış ve 1924’de, İktisat Vekaleti’ne bağlı Zonguldak Maden Mühendis Mektebi kurulmuştu. 1925’de Refik Bey, Zonguldak Kömür İşletmesi’ne atandı. Maden Mühendis Mektebi, Refik Bey atandığı sırada yeni kurulmuştu. Refik Bey, Zonguldak Maden Mühendis Mektebi’nin eğitim programının oluşturulmasında ilk adımları attı. Bu okula sınavla alınan



lise mezunlarına Fransızca öğretilerek teknik literatürü izlemeleri sağlandı. Zonguldak Maden Mühendis Mektebi, madenciliğin devlet eliyle sıfırdan başlatılarak geliştirilmesinde önemli bir adım olmuştur. “Refik Bey’i, 1927’de Zonguldak Maden Yüksek Mühendis Mektebi’ne girdiğimde tanıdım. Hem okulun müdürüydü, hem de elektrik derslerini veriyordu. 1925’den 1927’ye kadar, hepsi kendi alanlarında isim yapmış olan matematik profesörü Kerim Bey, fizik profesörü Hayri Bey ve kimya profesörü Arif Bey sıra mesleki derslere gelene kadar ders vermişlerdi. Refik Bey, mesleki dersler için yabancı uzmanlar getirtti. O kadar titizdi ki, yabancı hocalarla bizzat mülakat yapar, ondan sonra sözleşme imzalardı. Dersleri tam olarak kendileri takip etsin diye tüm talebeye Fransızca kursları aldırdı. Mezun olduktan uzun yıllar sonra MTA’da çalışırken, İstanbul Yüksek Mühendis Mektebi’nden mezun bir meslekdaşımla anlaşamadık. Kendi iddiasının doğru olduğunu ispat etmek için mektepte tuttuğu notları getirdi. Ben ona, mektepte okuduğumuz kitabı gösterdim! Arkadaşımın notlarında tercümeden kaynaklanan hata vardı. Aramızdaki fark buydu.” 


Refik Bey, Zonguldak’taki görevi sırasında 1926 yılında Ameli Makinacılık, 1927 yılında ise Ameli Telsizcilik ve Ameli Otomobilcilik kitapları ile Max Planck’ın Işığın Doğası isimli eserinin çevirisini yayınladı. 1930-31 yıllarında ise 3 ciltlik Elektroteknik kitabı ile termodinamik ve yanma üzerine 2 ciltlik Hararetin Tekniği adlı eserlerini tamamladı. Tüm bu yayınları, Zonguldak Maden Mühendis Mektebi’nde öğrencilere ders kitabı olarak okutuluyordu. 


1930’da okula bir bölüm eklenerek Yüksek Maadin ve Sanayi Mühendisi Mektebi’ne dönüştürüldü. Ancak 1931’de ekonomik krizin başgöstermesiyle okul tümüyle kapatıldı. Refik Bey 1932 yılında İstanbul mıntıkası Sanayi Müdürlüğü’ne, 1934 yılında da İktisat Bakanlığı’na bağlı elektrifikasyon bürosu üyeliğine getirildi. 21 Haziran 1934’te Soyadı Kanunu çıkınca da gönül verdiği fen dünyasından esinlenerek “fen adamı” anlamına gelen Fenmen soyadını aldı. 1935’de Refik Fenmen, Ankara’ya, Ankara belediyesi Otobüs İşleri Müdürlüğü’ne atandı. Aynı yıl Türkiye’nin elektrifikasyonu adlı kitabını yayınladı. Bu kitapta Zonguldak’ta kömür yıkama ünitelerinden çıkan değersiz toz kömürün değerlendirileceği bir termik santral önerisi ilk olarak ortaya atılmıştır. Bu kitapta yer alan görüşler, 1941’de Etibank tarafından hayata geçirilmiş, 60 000 KWs gücündeki Zonguldak-Çatalağzı termik santralının temeli atılmıştır. 

Aynı kitapta elektrifikasyonun temel ve ekonomik prensipleri, hidroelektrik santralı mı, termik santral mı tartışmaları, santralın nereye kurulacağı, yüksek gerilim ve alçak gerilim dağıtım şebekeleri üzerine tartışmalar, olabilirlik hesaplarıyla birlikte verilmektedir. “Memleketin elektrifikasyonu meydana geldiği zaman endüstrinin elde edeceği menfaatı rakkamla göstermekle okuyucularımızda daha kat’i bir kanaat hasıl ederiz. Zira ondokuzuncu asrın en büyük alimi olan Lord Kelvin’in dediği gibi, bir hadiseyi iyi bilmek için onu rakkamla 

gösterebilmelidir. 

Rakkamla gösterilmeyen hadiseler hakkındaki fikirlerimiz meşkuk [tartışılır] ve pek zaif [zayıf] olur.” (Refik Fenmen, Türkiye’nin Elektrifikasyonu, 1935) Kitapta buharlı lokomobil tesisatı ile elektrik motoru tesisatı kullanılarak bir fabrikada elektrifikasyon maliyet hesaplarının yanı sıra Türkiye’nin hangi yörelerinde santral kurulmasına ilişkin öneriler ile bu santrallarla beslenecek demiryolları sayesinde şehirler arasında elektrikli tren hatları, kent içinde troleybüs toplu taşım sistemleri ile çiftçiye ucuz elektrik götürmenin yolları irdelenmektedir.

1937’de Madde ve Ziya: Fenni Bilgiler, Felsefi Düşünceler başlıklı kitabında Fenmen, kuantum fiziğinin batılı ülkelerde tartışılmasıyla birlikte tartışmaların Türkiye’ye de taşınmasını sağladı. Kitabın 1940’da yapılan ikinci baskısında “okunacak kitaplar” başlığı altında Bauer’in 1939 baskısı “Les Bases de la Theorie des Quanta” başlıklı eseri, Reichenbach’ın 1938 baskısı “Atome et Cosmos” adlı kitabı yer almakta, Refik Fenmen, konuyla ilgili yurtdışındaki yayınları izleyerek bilim dünyasını sarsan bu gelişmelerin zaman yitirilmeden Türkiye bilim dünyasına iletilmesinde önayak olduğu görülmektedir. 1942’de yayınlanan Şöförün Kitabı ile kentlerde yaygınlaşmaya başlayan otomobil ile motosikletlerin bakımı ve tamirine yönelik pratik bilgileri anlaşılır bir dilde aktarılmış, aynı yıl “San’at Okulları ve son Ehliyetname Programlarına Uygundur” ibaresiyle 4 ciltlik Yeni Elektrikçilik ile 2 ciltlik Yeni Makinacılık kitapları yayınlanmıştır.

Refik Fenmen, 1936 – 1940 yılları arasında Türk Yüksek Mühendisler Birliği’nin Yönetim Kurulu üyeliğinde bulundu. 1943 – 1946 yılları arasında da Kocaeli Milletvekili olarak Büyük Millet Meclisi’nde görev yaptı. 1946’da milletvekilliği sona eren Refik Fenmen, fizik, elektrik ve matematik öğretmenliğine devam etti, Etibank Yönetim Kurulu Üyeliğinde bulundu. Emekli olduktan sonra da mesleğinden uzaklaşmadı, çeşitli il ve ilçelerin elektrik projelerini bizzat yaptı.

Milletvekilliği sırasında da yayınlarına devam etti. İki ciltlik Yeni Elektroteknik adlı kitabının yanı sıra lise öğrencileri için fizik problem kitapları yayınladı. Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin idealist bir bilimadamı olan Refik Fenmen, batıdaki gelişmelerin anında Türkçe’ye çevrilmesine ve yaygınlaştılmasına önayak oluyor, yaygın halk kesimlerini bilim ve fen dünyasına çekmek için teşvik etmeyi görev sayıyordu. 1946’da yaptığı teknik çeviri Pratik Modern Radio ve Televizion adlı eserinin kapağında “herkesin kendi kendine radioyu öğrenebilmesi için tertiplenmiş tam ve esas yayın” ibaresi,


1949’da yayınlanan Atom Enerjisi başlıklı kitabının kapağında ise “herkesin anlayabileceği gibi yazılmıştır” ibaresi bulunmaktadır. 

Refik Fenmen, geçirdiği kısa rahatsızlıktan sonra 5 Mart 1951’de hayata gözlerini yumduğunda ardında telif ve tercüme 33 makale ve kitap, çağdaş bilime yönelik geliştirdiği ders programlarında yetiştirdiği yüzlerce mühendis, öncülük ettiği ve bizzat gerçekleştirdiği yüzlerce proje ile “apartmanları” olarak atıfta bulunduğu çocuklarını bıraktı. Bir gün, “Siz yüksek mühendissiniz, milletvekilisiniz, söyler misiniz, kaç apartmanınız var?” şeklinde kendisine bir soru yönelten bir gazeteciye, “benim beş apartmanım var: çocuklarım” şeklinde yanıt vermiştir. Çocukları Rasim (diplomat), Mithat (piyanist), Seniye (ressam, seramikçi), Sabahattin (elektrik mühendisi) ve Şefik (diplomat), her biri farklı dallarda ünlenmiş, Refik Fenmen’in aydın, yenilikçi, toplumcu, bilimi temel alan dünya görüşünü gelecek nesillere aktarmayı sürdürmüşlerdir.


Refik Fenmen: 

Mühendisliği ve Eğitimciliği ile Örnek Bir Fen Adamı

Nermin FENMEN

Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.
BU SİTE İLE KURULMUŞTUR