2 dakika okundu
24 Aug
24Aug

Bu yazıyı okurken size tavsiyem "Karadır kaşların " türküsünü dinlemeniz.

Okurken aynı anda dinlemenizi istiyorum.(Yazının alt tarafında Kubat`ın seslendirdiği Türküyü  bulabilirsiniz.)

Çünkü bu hikayenin konusu kadar sizi son zamanlarda bir gerçeğinde ortaya çıkması ile daha da etkileyecek bir durumdan bahsedeceğim..

Zonguldaklı olarak beni çok etkilediği ve üzdüğü gibi sizi de etkileyecek ve hüzünlendirecektir.

Türküyü bu zamana kadar bir çok sanatçı seslendirmiştir..

Siz isterseniz ,Kubat'tan dinleyin, isterseniz Sercan Orhan`dan, Fatih Kısaparmak'tan isterseniz Müslüm Gürses'ten ..Hepsinin kayıtlarını internetten bulabilirsiniz..

Ben yazıyı yazarken  Grup Yorumdan dinlemeyi tercih ettim.. Bunun nedeni Grup Yorum `un bu türküyü söylemesinin nedenlerinden biride “Maden İşçilerine" ithafen olması idi..

İnanın yazıyı Türküyü dinleyerek okuduğunuzda daha anlamlı olacaktır..

.....................................

Tam Türk Filmi Gibi....

Bir çocuğu büyütürsünüz, sahiplenirsiniz, o sizin çocuğunuzdur.. Ama yıllar sonra biri der ki ,bu çocuk senin değil.

Ne hissedersiniz ?

Anlamadınız değil mi ?

Öyle ”lap“ diye yüzünüze karşı söylemeyeceğim..

Önce ;

bu türküyü her Zonguldaklı gibi  aynı hislerle dinliyorsunuz ..

Karadır kaşların benzer kömüre...

................

Ormanların gümbürtüsü başıma vurur.

Nazlı yarın hayali karşımda durur...

Özelikle bu türkünün bu sözleri biz Zonguldaklıların  içine  oturtan sözlerdir..

Bu türkü bizimdi.. Besbelliydi.

”Kömür kaşlar “bizi kendi memleketimize götürdü zaman zaman..Madenci`nin kömür tozlarından karalaşan kaşları kirpiklerini hatırlattı hepimize...

“Ormanların gümbürtüsü” tam da Batı Karadeniz’in dağlarında olacak şeydi..

Her birimiz bu türküde ki “bu sözler” ile köyümüze gittik. Ormanların içinden akan dereleri hatırlatırdı bize..!

“Orman” denildiğinde hiç bir anlam olmazdı da, o “gümbürtüsü“ kelimesi tam da bizim ormanlardı işte..

Devrek'ti, Bartın’dı Çaycuma’ydı. Ereğli‘ydi. Yenice’ydi..

Gel gelelim ki durum hiç de öyle değildi...

Türkü`nün hiç Zonguldak'la alakası olmadığı iddiası, sözleri yazan Mustafa Tuna'dan geldi.

Emek verdiğimiz büyüttüğümüz, okuttuğumuz ,her düğünde oynattığımız türkümüzün “bize ait olmadığı” yüzümüze karşı söylendi...

”Bir babanın hissiyatları” gibi ne düşünürdük biz ?

Ama bir şey daha vardı..! Bu Türkü, hiç Zonguldak`ın diğer türkülerine benzemiyordu. Bir “DIV DIV’ bir ”Söm söm yârim” ezgisinde değildi. Bu türküde bir üveylik vardı sanki..

Sadece söylentiler vardı..

“Adana‘dan biri gelmiş, Zonguldak’ta bir kız sevmiş ve bu türkü oluşmuş“ felan derlerdi...

Acaba öyle miydi ?

Ben ilk önce sessizliğe daldım sonra bu yazıyı yazmaya karar verdim.

Bunu yazarken“ yıllar yılı saklanan ve yalan söylenen bir gerçeği bir babanın yüzüne nasıl söylerim” diye düşündüm, düşündüm, düşündüm.

Kabullenemedim..!

Bir kez daha araştırdım.. Bu türküde ki hikayenin Zonguldak‘ta geçtiğini kanıtlayan  net bir kaynak bulmalıydım.. Bulduğum kaynaklar hep ”O“ adamın anlattığı hikayeye çıktı.. Hikaye aynıydı ve onun yasadığı hikaye daha ayrıntılı daha netti.. Üstelik bu türkünün neden Zonguldak Türküsü olarak bilindiğini  açıklayan çok mantıklı bir nedeni vardı.

Peki; bu kadar kanıta karşı nasıl ”bu türkünün bizim olduğunu” savunabilirdik ?

Siz yılarca büyütüp emek verdiğiniz bir çocuğu biyolojik annesine yada babasına verir misiniz ? Kimse vermez. Ama görüşmelerini de engellemesiniz.

Ve sonra karar verdim..

Bu yazı yazılmalıydı ve TÜRKÜMÜZE sahip çıkılmalıydı..

Nasıl bir çocuğun biyolojik babası kim olursa olsun ona emek vermektir asıl "babalık yapmak" diyorsak, bizde bu türkü için bunu diyebiliriz.

Bu Türkü'nün yayılıp “ dillerden dile” söylenmesinde bizim emeklerimiz var..

Bu türkünün sözleri “Zonguldaklıyı anlatırcasına yazılan sözler” olduğu için bu kadar özümsenmişti.

Bu “Türkü” bizimdi....

Şimdi gelelim iddia edilen  hikayeye..

Türküde ki hikaye tamamen Eskişehir'de geçiyormuş. Evet. hikayenin yaşandığı yer Eskişehir`in Seyitgazi Köyü...

O Ormanda Kızıltepe Ormanı... Yıl 1944

Mustafa Tuna'nın iddiası şöyle;

"Kızın babası Rum'dan dönme idi Babam ‘Ben soyuma Rum kanı katmam’ diye itiraz etti. Kanımıza karışmasın dedi. Belki de isabetliydi. Düşüncesi öyleydi. Ama gönül ferman dinlemediği için, biz kızı kaçırmak zorunda kaldık."

Bu iddia sadece Mustafa Tuna`nın ağzından çıksa yine itiraz ederiz..

Olayın geçtiği hikayeyi tüm Seyitgazi Beldesi bilmekte...

Yani anlattığı hikayenin “doğruluk payı” tartışılmaz...

Devam edelim Mustafa Bey`in sözlerine ;

"Arabacı Raşit vardı. Arkadaşımdı. Kız nişanlanınca, biz Raşit’in arabasıyla kaçırmaya karar verdik. Benim aracı kadınlarım vardı. Haber getirip götüren... Onlardan kızın ertesi gün çeşmeye geleceğini öğrendim. Bir yandan da kızın kına hazırlığı var. Bu iş bitiyor, biz bunu önleyelim dedik. Kızın eviyle, Kuruçeşme arasında dar bir sokak var. Arabayı sokağın başına çektik. Birgün önceden de atları nallatmışız. Her şey hazır. Kız testileri su doldurup, omuzuna almış. Sokak dar kaçacak-göçecek yer yok. Sabahın da körü... Saat 7-8 gibi. Kızı yakaladım. Duvara çarptım. Omuzundaki su testileri kırıldı. Kucaklayıp arabaya attım. Atları kırbaçladık. Yola koyulduk. Kalabalık bir gündü. Arabacı yolu şaşırdı. Planladığımız yola gitmedi. Eskişehir yoluna saptı. Zaten arabacı Raşit saralıydı. Nöbeti tuttu, titriyor. Kız bağırıyor. Bir elimle kızın ağzını kapatıyor, ötekiyle Raşit’i tutuyorum. Yuları kavrayıp, atların sırtına bineceğim ama, bu defa ötekiler arabadan düşecekler. Atlar başı boş koşuyorlar. Aniden bir de karşıdan kamyon çıktı. Eskişehir tarafından geliyor. Kamyonu gören atlar ürktü, anayoldan çıkıp, orman yoluna saptı araba.

Mustafa Tuna'nın anlattığı bu hikaye, aslında Zonguldak'ta geçtiği iddia edilen hikaye ile de birebir örtüşüyor.. Sadece isimler değişik...

Mustafa TUNA Türkü'de ki ormandan da bahsediyor...

Hangi ormandı bu?

"KIZILTEPE ORMANI diyoruz. Şu karşıdaki orman, Eskişehir yolunda. Atlar ormanın içine daldı. O arada millet de peşimize düşmüş... Jandarma süvarisi bir yandan çevirdi; kızın nişanlısının akrabaları öte yandan. Üstümüze geldiler. Nihayet arabayı çevirdiler. Teslim olmak zorunda kaldık."

Götürdüler, tevkif ettiler..27 gün yattım. Sorgu hakimi samimi bir arkadaşımdı. Ben o zamanlar Halkevi çalışmalarına katılıyorum. Oradan tanışıyoruz. Beni hapishane bahçesinde volta atarken görmüş, işaret etti bana. ‘Hayrola ne yapıyorsun orada?’ diye sordu. Ben de ellerimi üst üste çaprazlayıp, tevkif edildim dedim. Gardiyanı gönderdi ‘yaz, tahliyemi istiyorum de’ dedi. Yazdım, imzaladım. ‘Sen aşağı in. Şimdi seni bırakacaklar’ dedi. Aşağı indim, beni tahliye ettiler. O zaman sorgu hakiminin yetkisi vardı. Ben tahliye oldum. Ama mahkeme devam ediyor. Dosya ağır cezaya, Eskişehir‘e gönderildi. Duruşmaya çağırdılar. Mahkemeye gittim. İlk duruşmada beni tevkif ettiler

Babam araya giriyor, kızın ifade vermesini istiyor. Alıp mahkemeye kızı getiriyorlar. ‘Ben gönlümle gittim. Beni kaçıran olmadı. Yaşım küçüktü, beni zorla evermek istediler, ben de Mustafa’ya rızamla kaçtım. Zorla filan götürülmedim.’ Bunlar zapta geçti. Savcı itiraz etti: ‘Kızın yaşı küçük, tanıklığı geçerli değil‘ dedi. Ben de ‘Sayın yargıç, akit kişiyi reşit kılar. O zaman küçüktü ama, olay olmuş. Kişi reşit sayılır ‘ dedim. Beraatımı ve tahliyemi istedim. bir sene yattım.

Ben Seyitgazi’deki ilk yirmi yedi günlük hapisliğimde, sazla türküyü söylemeye başlamıştım. Hapishaneden, dışarıya taştı türkü... Bütün Eskişehir’in dilinde. Öyle meşhur oldu ki türkü, Eskişehir yıkılıyor. Bizim türkü de her tarafa yayıldı. Ben günümü tamamlayıp çıkacağım sırada, Hakkı Efendi, yani kızın babası haber gönderiyor, "tahliye olduğunda doğruca bizim eve gelsin görüşelim" diyor. Ama babam kabul etmiyor. Ben babamı karşıma alıp da onlara gitmedim. Ben kızla görüşüyorum, ama babasına gitmedim.

 Kızın kaşları karaydı, çok da güzeldi rahmetli canım Çok sözleri var türkünün ...Ama unutmuşum.

Kızın akıbeti ne olmuş? Bakın onu da açıklık getiriyor.

   " Benim yirmi yedi günlük hapisliğimde düğün yapıldı, evlendi. Altı ay, bir sene kocasıyla kaldı. Benim için ifade verdikten sonra, kocasının evine gitmedi, babasının evine döndü. İşte o zaman babası hapisten çıkınca doğru bize gelsin dedi. Resmen boşanmamışlardı; ayrıydılar. Babam da rıza göstermeyince ben buraları terk ettim.

Kocası öldükten sonra bir iki karşılaştık. Ailesiyle sürekli görüşüyoruz. Tabii konu hassas olduğu için kimse üstüne gitmiyor." 1989 yılında Rahmetli oldu zaten.

 Peki tüm hikaye Eskişehir’de yaşanmış ise ve Türkü'de Eskişehir‘de ki bir hapishanede yakıldı ise ZONGULDAK TÜRKÜSÜ olmasının nedeni ne ki ?

"Mustafa TUNA Ankara`da çeşitli işlerde çalıştıktan sonra Devlet Memuru oluyor..1950`li yılarda Mustafa Bey, Bartın Tapu Kadastro Müdürlüğü'ne tayin ediliyor. İşte o zaman bu türküyü Eskişehir'e mal edilmesin ve olay duyulmasın diye, birazda sevdiği kızı da koruyucu amaçlı Zonguldak`a mal ediyor.."

Bu Türkü TRT sanatçılarından Ahmet Yamacı tarafından derlenip “Zonguldak Yöresi Türküsü” diye kayıtlara geçiyor..

Yani Türkünün resmi sahibi biziz...

2 MEMLEKET BIR  HiKAYE

Şimdi bu iddia ile türkünün iki memleketi var...

Peki yıllar sonra biri gelip“ bu çocuk benim” dese hemen alın sizin olsun der misiniz ? Büyütüp adam etiğiniz çocuğu verir misiniz ?

Türkülerin dili var deriz.. ”Doğduğu yerde değil ,büyüdüğü yerde can bulur hayat bulur” deriz .O türkülerde sadece hayat hikayeleri değil, yöreye katığı anlam ile de ünlenir dilenir.. Türküler canlıdır deriz.

Neden deriz bunu ?

Yörede ki tüm aşıklara ilham olur da ondan.

Ninelerimiz, babalarımız, bizzat kendimiz bu Türküyü dinlerken hayat bulmuşuz efkarlanmışız, benimsemişiz...Peki gerçekten “canlı” olsaydı bu Türkü, kabul eder miydi yeni memleketini ?

Eskişehir sakın tek başına sahiplenmesin bu Türküyü. Velayet davası acarız..

Ya Zonguldak'ta, bu iddialara karşılık elde tutulur bir şekilde yeni bir iddia atacak ortaya yada “olan oldu artık” diyecek.

Yapılması gereken en iyi şey Eskişehir ve Zonguldak bu türküyü beraber sahiplenecek ve “ortak bir ebeveyn” gibi bundan sonra  bu türküyü ortak yaşatacak.   

 

Hayati YILMAZ



Karadır kaşların ferman yazdırır,

bu Aşk beni diyar diyar gezdirir.

Lokman Hekim gelse yaram azdırır,

Yaramı sarmağa yar kendi gelsin.

Ormanlardan aşağı aşar gelirim

Nazlı yâri kaybettim ağlar gezerim

Ormanların gümbürtüsü başıma vurur,

Nazlı yarin hayali karşımda durur.

Karadır kaşların benzer kömüre,

Yardan ayrı düşmek zarar ömüre.

Kollarımdan bağlasalar demire,

Kırarım demiri kaçarım yâre.

Uzaklara gittim gelirim diye,

Tabancamı doldurdum vururum diye.

Hiç aklıma gelmez ölürüm diye,

Ölüm ver Allah'ım ayrılık verme.

Ormanlardan aşağı aşar gelirim

Nazlı yâri kaybettim ağlar gezerim

Ormanların gümbürtüsü başıma vurur,

Nazlı yarin hayali karşımda duru

Minareye çıkıp bize baktılar,

Arkamıza jandarmayı taktılar,

Arabada sarılıp da yattılar,

Ölüm ver Allah'ım ,ayrılık verme.’

Üç güzel oturmuş kayaya bakmaz,

insan sevdiğini dilden bırakmaz.

Hey Allahtan korkmaz, dilden utanmaz,

gönül defterinden sildin mi beni.?


Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.
BU SİTE İLE KURULMUŞTUR